9 Eylül 2014 Salı

5 Bin Yıllık Fırça ve Oyuncak

Kütahya’da yaklaşık 25 yıldır devam eden Seyitömer Höyüğü kurtarma kazılarında, 5 bin yıllık fırça ile çocukların oynadığı çıngırağa benzer bir oyuncak çıktı.
Kütahya’da, özel bir firmaya ait çalışma alanında bulunan ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen Seyitömer Höyüğü kurtarma kazısında, yaklaşık 5 bin yıllık olduğu tahmin edilen fırça ve çıngırak oyuncağı bulundu.
Merkeze bağlı Seyitömer beldesinde, altında 12 milyon ton kömür rezervinin ekonomiye kazandırılması amacıyla, 1989 yılından beri çeşitli birimlerce kurtarma kazısı yapılıyor.
DPÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Seyitömer Höyüğü Kazı Grubu Başkanı Prof. Dr. Nejat Bilgen öncülüğünde 2006 yılından beri devam ettirilen kazılarda ise binlerce envanterlik eser çıkarılarak, Kütahya Müzesi’ne teslim edildi.
Roma, Helenistik, Akhaemenid, Orta ve Erken Tunç çağlarına ait bulguların çıktığı höyükte, bu yıl ki kazılarda çıkarılan, tanrıça figürleri, fırça ve çocukların oyuncağı olan çıngırak dikkati çekiyor.
Prof. Dr. Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kendileri tarafından sürdürülen kazıların bu yıl 9′uncu yılına girdiğini söyledi.
Kazılarda “saray” diye adlandırdıkları yer olan en üst noktada bulunan A ve B katmanlarında, 5 bin yıl öncesine ait kalıntıları çıkarmaya devam ettiklerini dile getiren Bilgen, “Şimdi de ‘C katmanı’ dediğimiz, Erken Tunç devrinden kalma bölümü ortaya çıkaran çalışmalar yapıyoruz. Orada da kerpiç yapılar karşımıza çıktı. Burada çıkan yapılar, o dönemin Anadolu mimarisi yapısına çok uygun. Bu bölgenin mimarisini de yansıtıyor” diye konuştu.
-”5 bin yıl öncesinin ustalarının sanatları çıkıyor”
Bilgen, bölgenin killi yapısından dolayı buluntular arasında, kilden seramik kapların bol miktarda olduğunu anlattı.
Bu buluntuların 5 bin yıl önceki ustaların sanatını kendilerine gösterdiğini ifade eden Bilgen, şöyle konuştu:
“Binlerce parça olan bu seramik kapları, rekonstrüksiyonlayarak müzeye kazandırıyoruz. Bununla birlikte çizim yapıp ve fotoğraflayarak eserlerin daha net anlaşılması amacıyla rekonstrüksiyon çalışmaları devam ediyor. Şu an ayrıca burada çıkardığımız bol miktarda dokuma tezgahı ağırlıkları var. Yine kilden yapılmış olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanı sıra pişmiş topraktan figürler, ana tanrıça figürleri ve ana tanrıçayı temsilen mermerden şekillendirilmiş idoller, yine bu katta bulundu Ayrıca, pişmiş topraktan küçük boğa heykelcikleri de bol miktarda mevcut. Bunlar hep bize boğa kültünün, boğa inancının olduğunun göstergesi. Zaten bu katta ortaya çıkardığımız ocakların biçimleri de boğa boynuzu şeklindeydi. Bunların, buralarda boğa kültü ve inancının devam ettiğini ve ana tanrıça inancının figür ve idollerinin bu katta yoğun olarak yaşandığını bize göstermektedir.”
Bilgen, höyüğün birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını ve bu yüzden kendileri için çok değerli bulgular elde ettiklerini vurguladı.
Son kazı çalışmalarında ise kendileri için ilginç gelen eserler çıkardıklarının altını çizen Bilgen, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yine burada bir fırça bulduk. Hayvan kıllarının takıldığı kısımlar, kilden yapılmış. Üzeri motiflerle bezeli bir üçgenimsi yapıya sahip bu fırça. Bunlar özellikle Erken Tunç Çağı’ndaki seramik üretiminde perdahlama ve boyama işlerinde kullanılmış. Bunun yanı sıra daha önceki yıllarda da karşımıza çıkmıştı. Yine kilden yapılmış, küresel biçimde küçük ve üzeri motifli, salladığımız zaman içindeki parçacıklar nedeniyle çıngırak sesi çıkaran bir oyuncak bulduk. Bu da M.Ö. 3 bine ait bir obje. Bizim için buluntularımız açısından ilginç ve kırılmadan ele geçirilmesi de şans.”
07.09.2014 Star Gündem

Anadolu İnsanının DNA’sı Çıkarılacak

Kahramanmaraş’taki Direkli Mağarası’nda yürütülen kazılarda ortaya çıkan insan kemiklerinden alınacak örneklerin DNA analizi yapılacak.
Direkli Mağarası’ndaki kazılarda ortaya çıkan kemikler, Anadolu insanının gen yapısına ilişkin ipucu verecek. Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cevdet Merih Erek’in’in girişimiyle, Kahramanmaraş merkeze bağlı Döngel Mahallesi’nde 2007′de başlayan kazı devam ediyor. Erek’in başkanlığında yürütülen çalışmalara, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin yanı sıra üniversite öğrencileri de katılıyor. Bu yılki kazılarda bulunan insan kemikleri, DNA analizi yapılmak üzere ABD’deki bir merkeze gönderilecek. DNA analiziyle, Anadolu insanı ve bölge arkeolojisine ilişkin önemli bilgilere ulaşılacağı tahmin ediliyor. Yrd. Doç. Dr. Erek, yaptığı açıklamada, Direkli Mağarası’nda yürütülen kazılarda kent ve Anadolu arkeolojisine yönelik çok farklı bilgiler elde ettiklerini söyledi. Kazılarda ortaya çıkan bulguların kendilerini M.Ö 14 bin yıla kadar götürdüğünü anlatan Erek, mağaranın, Anadolu ve Arap Yarımadası’nın kesişme noktasında bulunduğunu anımsattı. Direkli Mağarası’nın aynı zamanda göç yolu üzerinde yer aldığını aktaran Erek, “Burası, insanların belirli dönemde iskan ettiği bir yerleşim yeri. Besin kaynağı bol olduğu için tercih edildiğini tahmin ediyoruz. Mağarada en çok kaplumbağa ve dağ keçisi kemiğine rastladık. Bulgular bize en fazla bu hayvanların tüketildiğini gösteriyor” dedi. Erek, mağaradan çıkan insan kemikleriyle genetik araştırmalara başlanacağını vurguladı.
Kemiklerin ABD’deki bir merkezde inceleneceğini anımsatan Erek, şöyle konuştu:
“Bu çalışma bize bölgede yaşayan insanların genetik özelliklerinin ne kadarlık bir alana yayıldığını gösterecek. İnsanların Anadolu’ya dışarıdan geldiği söylenir. DNA analiziyle Anadolu kültürünün dışarıya gidip gitmediği konusunda fikir sahibi olacağımızı düşünüyorum. Gen tahlili birçok konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak. Dolayısıyla elde edilecek sonuçların geçmişe ilişkin önemli ipucu vereceğini inanıyorum.”
DİREKLİ MAĞARASI
Kahramanmaraş’a 65 kilometre uzaklıktaki Döngel köyündeki Direkli Mağarası’nda çalışmalara 1959′da yaptığı araştırmayla ilk ışık tutan isim Prof. Dr. Kılıç Kökten oldu. Kökten’in yazdığı bir makaleden yola çıkılarak yürütülen çalışmalar doğrultusunda bölgede önemli gelişmeler kaydedildi. Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Cevdet Merih Erek’in başkanlığında yürütülen çalışmalar kapsamında, 4 yıl önce bulunan ana tanrıça figürü, dünyanın birçok ülkesinde meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı.
08.09.2014 TRT Haber

28 Ağustos 2014 Perşembe

‘Özen Göstermezseniz Listeden Çıkarılabilirsiniz’

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı’nın (UNESCO) ”Dünya Kültür Mirası Listesi”nde bulunan Troya Antik Kenti’nin turizm açısından yeterince değerlendirilemediği ileri sürüldü.

 Troya Antik Kenti Kazı Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin 1998′de ”Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alındığını hatırlattı.

 Doç. Dr. Aslan, listeye girme sürecinin başlamasının önemli etkenlerinden birisinin 1996′da Troya çevresinin, ”Troya Tarihi Milli Parkı” ilan edilmesi olduğunu ifade etti.

 Kültür ve Turizm Bakanlığının başvuruları ve o zamanki kazı başkanı merhum Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın girişimleriyle Troya Antik Kenti’nin bu listeye girdiğini bildiren Aslan, ”UNESCO size bir unvan, bir marka veriyor. Bunu kullanıp kullanmamak sizin elinizde” dedi.

 Aslan, bu markayı kullanmanın çok önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

 ”Birkaç yıl önce UNESCO Türkiye Komitesi, listedeki yerlerin sorunlarını masaya yatırdı ve rapor hazırladı.
Bu rapor UNESCO tarafından yayımlandı. Ana sorunlar neydi? O raporda da burada müzenin olmaması ana sorunlardan biri gibi gözüküyordu. Bu konuda olumlu gelişmeler var ama asıl önemli olan burası neden Dünya Kültür Mirası Listesi’nde? Bunun önemli birkaç nedeni var. Bir, İlyada Destanı gibi, evrensel bir kültür değerinin bin yıllardır dünya kültür tarihini etkileyen, şekillendiren ve biçimlendiren bir kültür değerinin çıkış noktası. İki, arkeolojinin bilim olduğu yer. Üç, günümüz dünya kültürüne her geçen gün yeni projelerde ilham veren bir obje. Bunlar, argümanlardan birkaç tanesi. Asıl çıkış noktası da bu. İlyada Destanı, Homeros’un destanında anlatılan olayların geçtiği yer olma özelliğidir, çıkış noktası. Sayılı yerler, bu tür özellikleri kazanıyor. Avrupa’daki benzeri yerlere bakıldığında bu yerlerin turizm ve kültür alanındaki kullanımı pek çok şey kazandırmıştır.” Çanakkale’de, Troya’nın, Dünya Kültür Mirası Listesi’nde olduğu konusundaki farkındalığın çok gelişmediğini ileri süren Aslan, ”Turizmciler bunu kullanmasını beceremediler, kullanamıyorlar hala. Resmi kurumlar bunu kullanamıyorlar. Sanki var, yok arasında bir şey. UNESCO size çok önemli bir değer veriyor. Büyük bir marka veriyor. Bunu kullanıp kullanmamak sizin elinizde. Belki kültür turizmine dönüştürecek güce sahip olabilirsiniz” diye konuştu

                   
                         ”ÖZEN GÖSTERMEZSENİZ LİSTEDEN ÇIKARILABİLİRSİNİZ”

 Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınma sürecinin uzun olduğunu belirten Aslan, ”Fakat bu listede kalmanız, sizin o ören yerine gösterdiğiniz özenle eş değerdir. Gerekli özeni göstermezseniz kara listeye alınmanız, listeden çıkarılmanız gibi bir durum söz konusu” dedi. İstanbul’daki Tarihi Yarımada’yla ilgili böyle bir sürecin söz konusu olduğunu ancak şu anda atılan adımlarla bu sürecin durdurulduğunu hatırlatan Aslan, dünyanın başka yerlerinde de listede olduğu halde gerekli özen ve bakım Aslan, ”Listede kalıp kalmama sizin elinizde. Buraya gerekli özeni göstermezseniz UNESCO bize verdiği bu önemli markayı verdiği gibi geri de alabilir” dedi. Antik kentteki kazılara da değinen Aslan, temmuz ayında başlayan kazıların bu ayın sonuna kadar devam edeceğini söyledi. Önceki yıllarda aşağı kentte çalıştıklarını, bu yıl kalede tek alanda çalışma yaptıklarını ifade eden Aslan, Troya 2 Kalesi’nin mimarisiyle ilgili bazı sorunların açığa çıkarılması için çalışmaların devam ettiğini sözlerine ekledi.

 25.08.2011 Akşam

Bu Kız Çocuğu 10 Bin 500 Yaşında

Kapadokya bölgesindeki Aşıklı Höyük muhteşem buluş! 1989′dan beri devam eden kazı çalışmaları sonucu, bir evin altında bir kız çocuğunun 10 bin 500 yıllık iskeleti bulundu.

 orta Anadolu bölgesinin ilk köy yerleşmesi Aşıklı Höyük’te 1989′dan beri süren kazılardan 10 bin 500 yıllık çocuk iskeleti ortaya çıktı.
Aksaray’ın Gülağaç ilçesi’ndeki höyükte arkeolojik kazı yapan ekibin başkanı Prof. Dr. Mihriban Özbaşaran, ‘Aşıklı Höyük, Orta Anadolu ve Kapadokya bölgesi için ilk yerleşme, ilk tarım ve ilk madencilik gibi özelliklerinin yanı sıra dünyada bilinen ilk beyin ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelere de ışık tutuyor’ dedi. İskeletin bugüne kadarki buluntuların en eskisi olduğunu söyleyen Özbaşaran, şunları kaydetti: İskelet, oval bir evin altına açılan çukura anne karnındaki pozisyonuyla gömülmüş. Kemik ve dişleriyle günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşmış. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Metin Özbek’in ilk gözlemlerine göre, iskelet, 12-13 yaşlarında hayatını kaybetmiş bir kız çocuğuna ait.

                                TABANA İNECEKLER

 Höyükteki kazıda bugüne kadar 11 metre derinliğe ulaştıklarını ve Aşıklı halkının yaşam şeklini tüm ayrıntılarıyla okuyabildiklerini söyleyen Prof. Dr. Özbaşaran, ‘Arkeolojik dolgunun tabanına ulaştığımızda Aşıklı Höyük’teki ilk yerleşmenin tarihi de ortaya çıkacak’ dedi. Prof. Dr. Özbaşaran, kültür turizmine açılan Aşıklı Höyük’ün Kapadokya’ya gelen turistler için önemli bir uğrak yeri olacağını tahmin ettiklerini söyledi. 

31.08.2011 Akşam

Dünyada İç Organlarıyla Mumyalanan Mumyalar Amasya’da

Ölümden sonra bedeni koruma düşüncesinin ürünü olarak ortaya çıkan mumyalama tekniği, tarihi devirler içinde birçok ulus tarafından kullanıldı. Anadolu mumyaları ise farklı özelliklerle keşfedilmeyi bekliyor.

 AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, İlk ve Ortaçağ boyunca pek çok ulusta, ruhun öteki dünyada yaşamını sürdürebilmesi için bedenin korunması düşüncesiyle ölülerini mumyalanmaları yaygın bir gelenekti.

 Günümüzde mumya denilince akla ilk Mısır ve firavunlar gelse de Anadolu sahip olduğu mumyalar ile önemli bir turizm potansiyeline sahip bulunuyor. Ölümden sonra bedeni koruma düşüncesinin ürünü olan Anadolu mumyaları, gerek yaşadıkları kültür dönemi, gerekse koruma yöntemleriyle bir gizeme sahip bulunuyor.

 Kapadokya bölgesindeki Aksaray ve Niğde çocuk ve kedi mumyaları ile dikkat çekerken, Amasya’da ise şehzade mumyaları bulunuyor. Kapadokya bölgesi, dünyanın dört bir tarafından milyonlarca turisti kendisine çekerken, bölgedeki müzelerde bulunan mumyalar ise peribacaları, yeraltı şehirleri, vadiler ve balon turlarının gölgesinde kalıyor. Aksaray’da Çanlı Kilise ve Ihlara Vadisi’nde bulunan 17 mumya, Aksaray ve Niğde müzelerinde sergileniyor. Kaçak kazılara yönelik yapılan operasyonlar, satın alma ve kazılarla elde edilen, 10 ve 13. yüzyıllara tarihlenen mumyalar, çeşitli dönemlerde yaşamış din adamları, rahip ve rahibelere ait.

 Müzelerde mumyalarla beraber ele geçen boncuklar, kolye taneleri, ketenle dokunmuş işlemeli giysi parçaları ile Doğu Roma dönemine ait takılar ve kandiller gibi günlük hayatta kullanılan eşyalar sergileniyor.

 11 bin yıllık tarih ve kültür birikimine ev sahipliği yapan Aksaray Müzesi’ndeki Mumyalar Salonu’nda 10 yetişkin ve çocuk mumyası ile 2 kedi mumyası bulunuyor. Mısır’da kedi kafalı tanrıça “Bast” adına kedilerin mumyalanması işlemi yapılırken, bu gelenek Mısır’dan Anadolu’ya devam etmiş, Çanlı Kilise ve Ihlara Vadisi’nde de kedi mumyalanmış

. Niğde Müzesi’nde ise Ihlara Vadisi’nde bulunan ve milattan sonra 10. yüzyıla ait Rahibe Mumyası ile Çanlı Kilise kaçak kazısı sonucunda bulunan, 13. yüzyıla tarihlenen 4 adet çocuk mumyası sergileniyor.

 - Dünyada iç organlarıyla mumyalanan mumyalar Amasya’da

 Dünyada iç organlarıyla birlikte mumyalanan tek örnekler, Amasya’daki İlhanlı soylularıdır. Mumyalar gerek yaşadıkları dönem, gerekse koruma yöntemleriyle benzersizdir. Mumyaların bir başka özelliği ise Müslümanlara ait olmasıdır. Amasya Müzesi’de 4′ü yetişkin, 4′ü çocuk 8 mumya bulunuyor. Mumyaların Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, Amasya’da hükmetmiş olan İzzettin Mehmet Pervane Bey, eşi ve iki çocuğuna ait olduğu belirtiliyor. 

27.08.2014 stargundem.com


20 Ağustos 2014 Çarşamba

İznik’te “İnsan Yüzü Figürlü” Taban Mozaiği Bulundu

Kanalizasyon kazısında açığa çıkan cismin, Doğu Roma döneminden kaldığı sanılan insan yüzü figürlü taban mozaiği olduğu saptandı. Koruma altına alınan mozaiğin çevresi genişletilecek ve büyüklüğü ile bir eve mi yoksa mabede mi ait olduğu belirlenecek. İznik ilçesinde, kanalizasyon kazısı yapılırken Doğu Roma döneminden kaldığı tahmin edilen “insan yüzü figürlü” taban mozaiği açığa çıktı. Alınan bilgiye göre, Beyler Mahallesi Afyon Sultan Sokağı’nda kanalizasyon kazısı yapan ekipler, iki metre derinlikte bir cisme rastladı. Bunun bir tarihi eser olduğunu fark eden görevliler, İznik Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verdi. Müze yetkilileri tarafından gerçekleştirilen incelemede, Doğu Roma döneminden kaldığı sanılan cismin, insan yüzü figürlü taban mozaiği olduğu tespit edildi. Polis ile müze ekipleri tarafından koruma altına alınan mozaiğin çevresinde genişletme çalışması yapılacağı ve böylece hem büyüklüğünün hem de bir eve mi yoksa mabede mi ait olduğunun belirleneceği öğrenildi.
 29.01.2014 haberler.com Fotoğraf: iznikdefteri.com

Bu Tuvalet Tam 1500 Yıllık

Afyonkarahisar’da bulunan bu tuvalet tamı tamına 1500 yıllık. Afyonkarahisar’da dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Friglerden kalma alaturka tuvalet, dünyanın ve Anadolu’nun bilinen en eski tuvaletlerinden birisi kabul ediliyor. Milattan önce (M.Ö.) 1200-700 yılları arasında yaşayan ve devasa kayalara oydukları yerleşim yerleriyle bilinen Frig Uygarlığı, sadece kaya anıtlarıyla değil, kaya anıtlarının içerisine yaptıkları ve günümüzde de geçerliliği olan bölümlerle görenleri şaşırtıyor.Afyonkarahisar’ın İhsaniye ilçesine bağlı Ayazini beldesinde dönemin yöneticilerinin meclis binası olarak kullandıkları düşünülen 3 katlı bir kaya oyması yapının en üst katına yapılan alaturka tuvaletin o zamanlarda düşünülmesi, yapıyı ziyarete gelen turistlerin hayli ilgisini çekiyor. Friglere ait kaya yapısına Roma ya da Bizans döneminde yapıldığı ve yaklaşık bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen alaturka tuvalet, aynı zamanda dünyanın ve Anadolu’nun bilinen en eski tuvaletlerinden birisi olarak da kabul ediliyor. Tuvaletin yanında döneminde banyo olarak kullanıldığı tahmin edilen ve küvet şeklindeki oymalar da en az tuvalet kadar görenleri şaşırtıyor. O dönemlerde ihtiyaçtan yola çıkılarak yapıldığı sanılan bu bölümlerin aynı zamanda günümüze de örnek olduğu biliniyor.
 “FRİGYA BÖLGEMİZİN EN ÖNEMLİ MERKEZLERİNDEN BİRİ AYAZİNİ BELDESİDİR”
 Yapı ve içerisinde bulunan bölümlerle ilgili açıklamalarda bulunan Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez, kentin tarihi süreç içerisinde medeniyetlere beşiklik etmiş Anadolu’nun önemli merkezlerinden birisi olduğunu kaydetti. Friglerin MÖ 1200 ile 700 yılları arasında Anadolu’da yaşadıklarını ve çok sayıda yapı inşa ettiklerini dile getiren Üyümez, “Frigler ülkeleri yıkıldıktan sonra bu bölgede uzunca süre yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Frigya Salutaris olarak adlandırılan yani ‘Şifalı Frigya’ olarak adlandırılan bölgemizde Roma ve Bizans döneminde de yerleşimler olmuş ve önemli kalıntılar günümüzde kadar oluşmuştur. Frigya bölgemizin en önemli merkezlerinden birisi de Ayazini beldesidir. Burası Roma döneminde Metropolis kenti olarak bilinmekteydi ve bu kentin içerisinde kayalara oyulmuş kiliseler, şapeller, mezarlar ve kaya yerleşimleri yer almaktaydı” dedi. Üyümez, açıklamalarına şöyle devam etti: “Bunlardan biriside Ayazini, Avdaraz Vadisi girişinde bulunan Avdaraz kaya yerleşimidir. Bu kaya yerleşiminde döneminin idarecilerinin kullandığı mekan ve bu mekan içerisinden bulunan tuvalet ziyaretçilerin dikkatini çekmektedir. Bu tuvalet günümüzde alaturka tuvalet olarak bilinen tuvaletin bir benzerini oluşturmaktadır. Anadolu’da tuvaletin Romalılar döneminde Efes’te kullanıldığını biliyoruz ama şu anda gördüğümüzün tuvaletin benzerlerini Anadolu’da görmek mümkün değil ve ilk defa bölgemizde böyle bir tuvalet olgusuyla karşılaşmaktayız.” Öte yandan yapı ve tuvalet hakkında bilgi veren Ayazini Belde Belediye Başkanı Atilla Kızıldere ise, vadide bulunan kaya yerleşimlerini ve içerisinde bulunan tuvalet gibi bölümleri gören ziyaretçilerin şaşkınlıklarını gizleyemediklerini söyledi. Ziyaretçiler ise o dönemde bile banyo ve tuvalet gibi bölümlerin düşünülmesinin ve bunların kayanın içerisine oyularak yapılmasının hayli ilginç ve dikkat çekici olduğunu kaydetti. 31.01.2014 Türkiye

9 Bin Yıl Önce Dokunmuş Keten Kumaş Parçası Bulundu

Geçen yıl 15 Haziran’da başlayıp 25 Ağustos’a kadar süren ve 22 ülkeden 120’yi aşkın kişinin katıldığı Çatalhöyük’teki kazı çalışmalarıyla ilgili raporda yeni buluntulara yer verildi. Her yıl yapılan kazılara ait raporlarının yayınladığı ’www.catalhoyuk.com’ adlı internet sitesindeki raporda en dikkat çeken ise, neolitik dönemde yanmış olan bir evin tabanında, bebek iskeletine sarılmış kendirden dokunmuş dünyanın ilk kumaş parçasının bulunması oldu                           DÜNYANIN İLK DOKUNMUŞ KUMAŞ PARÇASI Hazırlanan raporda bulunan kumaş parçasını değerlendiren Kazı Başkanı Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ian Hodder, 2013 yılındaki en önemli buluntuların höyüğün uygun koruma koşulları sayesinde ortaya çıktığını belirttii. Kazı çalışmalarında bulunan kumaş parçasına dikkat çeken Ian Hodder, şunları söyledi: “Yangın, binanın zeminini ve platformlarını ısıtarak fırınlama etkisi yaratmış. Böylece zeminin altındaki gömüleri ve gömülerle birlikte yerleştirilen bir kumaş parçasını korumuş. Bu kumaş parçası kazı evindeki laboratuvarlarda incelenmiş ve kumaşın kendirden dokunmuş keten olduğu tespit edilmiştir. Bu dünyadaki ilk kumaş parçalarından biri olmakla birlikte aynı zamanda en iyi korunmuş örneklerden de biridir.”                                                                                             KUMAŞ PARÇASI TİCARETİ GÖSTERİYOR
Kumaş parçasının ticaretle ilgisine de değinen Prof. Dr. Hodder şöyle konuştu: “Çok ince dokunmuş olan bu keten parçası, büyük ihtimalle Orta Anadolu’ya Doğu Akdeniz’den gelmiştir. Neolitik dönemde Orta Doğu’da gerçekleşen uzun mesafeli ticarette obsidyen ve deniz kabuklarının değiş tokuş yapıldığı çoktan beri bilinmekteydi. Ancak bu kumaş parçası ticaretin bir başka içeriğini ortaya çıkartmış olabilir. Belki de değiş tokuşu Kapadokya obsidyeni karşılığında yapılmıştı.”
                                                  YENİ DUVAR RESİMLERİ
 Kazı çalışmaları sırasında yeni bir duvar resmine de rastlanıldığını anlatan Prof. Dr. Hodder açıklamasını şöyle sürdürdü: “2013 kazı sezonunda ayrıca Doğu Höyük’ün güney eteğindeki alanda da Neolitik döneme ait binaların kazısına başlanılmıştır. TPC alanında bulduğumuz binalar gerçekten de erken dönem binalarından farklı özelliklere sahiptiler. Binaların kalın duvarları, duvar örmede kullanılan kerpiçlerin daha büyük olması ve binaların terk edilme sırasında yakılmamış olması bu duruma bir örnektir. Burada açığa çıkartılan bir binanın doğu duvarında bulunan duvar resmi, daha önce benzerine rastlamadığımız bir örnektir. Genellikle Çatalhöyük’teki resimler beyaz zemin üzerine kırmızı ve siyah gibi koyu renk sürülerek yapılmıştır. Ancak bu örnekte koyu renk zemin üzerine beyaz çizgilerden oluşan geometrik şekiller betimlenmiştir. Bu resmin 3 binanın doğu ve kuzey duvarları boyunca devam ettiği düşünülmektedir. Geçmişte canlı bir atmosfere sahip olan bu odayı ortaya çıkarmak bizler için heyecanlı bir deneyim oldu.” 31.01.2014 Milliyet

Antik Esere Restorasyon Zulmü

Türkiye’de Roma döneminden kalma 206 antik tiyatronun hali içler acısı. Son örnek Kaş’taki Antiphellos. Bu eşsiz yapının zeminine beton döküldü.
Türkiye’de çoğu Roma döneminden kalma 206 antik tiyatro var. Bu rakam, dünyanın pek çok ülkesinden kat kat fazla. Roma’nın ve Bizans’ın yayıldığı topraklarda bulunan Türkiye, bu nedenle antik tiyatro zengini sayılıyor. Ancak son zamanlarda antik tiyatrolarda restorasyon adı altında yapılan çalışmalar gören herkesin tepkisini çekiyor.
Kaş’ta bulunan Antiphellos antik tiyatrosuna yapılanlar tepki çeken işlerden biri. Binlerce yıllık antik tiyatronun zeminine beton dökülmüş. Etkinlikler için kullanılan tiyatronun zeminine kimler hangi otoriteden izin alarak beton dökmüş belli değil. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuda sessizliğini koruyor.
TOKİ TİYATROYA GÖZ KOYDU
Muğla’daki Telmessos Antik Tiyatrosu da “restorasyon nasıl yapılmaz” konusuna bir örnek teşkil ediyor. 2012 eylül ayında başlayan restorasyon çalışmaları halen devam ediyor. Telmessos’a ait fotoğraflarda tiyatronun tarihi dokusunu kaybettiğine dikkat çekiliyor. Yaklaşık 2300 yıllık, Helenistik dönemin en önemli yapıtlarından biri olan Troas Antik Kenti’ndeki Apollon Tapınağı’nın üzerine tonlarca ağırlıktaki kamyon çıkarılmıştı. Geçtiğimiz aylarda da İstanbul’da ilk Hitit izlerinin ortaya çıkarıldığı Küçükçekmece Gölü kenarındaki Bathonea Antik Kenti kazılarının yapıldığı araziye TOKİ’nin konut yapmak istediği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılındaki kazı sonuçlarını görünce araziyi kamusallaştırarak ören yeri statüsüne almaya çalışmıştı.
NE YAPMALI
Peki ne yapılmalı, restorasyonlar nasıl denetlenmeli? Uzmanlar bu konuda şu husulara dikkat çekiyorlar: Resmi kurumlar restorasyon yapılacak tarihi mekanlar için açtıkları ihalelerde mutlaka yeterlilik belgelerini daha önce yaptıkları restorasyonlar gözönüne alarak kabul etmeliler. Mutlaka bir bilim heyeti oluşturulmalı ve o heyet tarafından restorasyonlar her aşamada denetlenmeli. Restorasyon bittikten sonra hak ediş denetlemesi yapmanın, bir de bu denetimlerin ehli olmayan memurlara bırakılması daha çok restorasyon rezaleti görmemize neden olacak. Koruma Kurulları bir an evvel özerk bir yapıya kavuşmalı, siyasi baskılardan uzak tutulmalı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları Koruma kurulları ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıkları Komisyonları üniversitelere bırakılmalı, kurul üyeleri siyasetten uzak durmalı. Karar alınırken kişisel ilişkilerden çok bilimsellik ön plana çıkmalı.
18.08.2014 Taraf Haber: Murat Erdin

19 Ağustos 2014 Salı

Gözyaşı Şişesi Kentin Tarihini Değiştirdi

                             Gözyaşı Şişesi Kentin Tarihini Değiştirdi
Hierapolis ile Tripolis’i birbirine bağlayan yolda yapılan kazılarda bulunan gözyaşı şişesiyle antik kentin nekropolü 100 yıl daha önceye tarihlendi.
Son dönemde yapılan kazılarla UNESCO Dünya Miras Listesindeki Hierapolis’in nekropol tarihi 100 yıl geriye taşınırken Lidya’nın sınır kenti Tripolis’te 3 üst düzey kamu görevlisine ait heykel bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan bilgiye göre, antik dönemde inancın ve ticaretin merkezi olan Hierapolis ile Tripolis’i, günümüzde ise turizm ve tekstilin önemli merkezlerinden Pamukkale ve Buldan’ı birbirine bağlayan yolda yapılan kazılarda her gün yeni bir bulguya ulaşılıyor.
Geçen yıl bakanlık tarafından Hierapolis’te başlatılan kurtarma kazılarında, tarihi yolun 570 metrelik asfalt kaplaması kaldırılarak yolun tamamı ortaya çıkartıldı. Böylece, Hierapolis’ten Tripolis’e uzanan yolun doğu ve batısında yer alan mezarların çizimi de tamamlanırken Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca, Tripolis yolunun batısındaki kazısı tamamlanan anıtsal mezarın restorasyonu için yapılan çizimler de onaylandı.
Ayrıca, anıtsal mezarın hemen güney sınırında pişmiş toprak silindirik mezar toprak üzerine çıkarıldı. Burada karşılaşılan buluntular Hierapolis Antik Kenti’nin nekropol tarihini 100 yıl eskiye götürüyor. Mezarda bulunan gözyaşı şişesi (unganterium) M.Ö. 3. yüzyılın başına tarihlendiriliyor. Daha önceki nekropolde en eski tarihli buluntu ise M.Ö. 2′nci yüzyıla aitti. Kazılarda ayrıca bir mezar odasında bir adet altın yüzük ele geçildi. -Üç erkek heykeli gün yüzüne çıkarıldı
ÜÇ ERKEK HEYKELİ
Denizli’nin Buldan ilçesinde yer alan Tripolis Antik Kentinde sürdürülen çalışmalarda üç heykel daha bulundu.
Birçok antik metinde adı geçen ve 19′uncu yüzyılda seyyahlar tarafından ziyaret edilen Lidya bölgesinin sınır kenti Tripolis’teki Hierapolis caddesinin batısında sütunlu bir galeri yer alıyor.
Buradaki çalışmalarda caddeye yıkılmış halde bulunan 8 sütunun restorasyonları tamamlanıp 6′sı orijinal yerine yerleştirdi. Hierapolis caddesinde bir heykel kaidesi ile bu kaideye ait caddeye yıkılmış heykel açığa çıkarıldı. Böylece, bu yılki kazı çalışmalarıyla toplamda, biri boyundan ayaklarına kadar korunmuş, biri başından ayaklarına kadar korunmuş ve diğerinin de sadece başı bulunan üç heykel ortaya çıkarılmış oluyor.

Homo Heidelbergensis Devrimi

    Homo Heidelbergensis Devrimi
Science Dergisinde yayımlananbir makale bilim dünyasını karıştırdı.Bazı araştırmacılara göre tarihin yeniden yazılmasına yetecek kadar önemli buluntulara ulaşıldı. Günümüzden tam 500 bin yıl önce yapılmış keskin kenarlı mızrak uçları bulundu. Yani Neandertaller ve Homo Sapiens lere ait dilgilerden binlerce yıl öncesine ait. İlk kalıntılarına Almanya’nın Heidelberg bölgesinde bulnuduğu için bu ismi alan Homo Heidelbergensis lerin MÖ 600.000 ile 400.000 yılları arasında yaşadığı düşünülüyor. Taş teknolojileri bakımından Homo Erectus lara benzeyen türün çok geniş bir alanada yayıldığı biliniyor.Ortalama boyları 180 cm olan türün kasları ise modern insana göre oldukça gelişmiş durumda.

Ayrıca aynı bölgede bulunan at,gergedan,fil ve geyik kemiklerine bakıldığında ise bilinçli bir şekilde avlandıklarını görüyoruz. Atapuerca kazılarında bulunan bulgulara göre ise Homo Heidelbergensisler ölülerini gömen ilk tür olma özelliğine sahip. Güney Afrika’da Northern Cape eyaletinde bulunan 13 kalıntı üzerinde çalışma yapan araştırmacılar, dilgilerin doğal oluşumlar değil, Homo Heidelbergensisler tarafından yapıldığını tespit etti. Dilgilerin birer kopyasını yapan araştırmacılar deneysel arkeoloji yöntemleri ile ölü hayvanlar üzerinde yaptığı denemeler sonucunda kemiklerde oluşan kırıklar ve hasarların bölgede bulunan diğer kalıntılar ile eşleşdiğini belirlerdi. Oldowan teknolojisi ile medeniyet meşalesinin ateşleyen kıvılcımın bilinenin yüz binlerce yıl önce yakıldığı bu araştırmalar ile kanıtlanmış oldu. Üstelik Homo Heildelbergenlerin yaptığı dilgilerin tahta mızrak sapları ile kullanıldığı ve 2 nesneyi birbirlerine özel yapışkanlar ile tutturdukları düşünülüyor.


TARİHLENDİRME ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Karbon 14 yöntemi ile 60.000 yıl öncesine kadar sonuç alınabildiği için farklı yönetemler deneyen ve bir tarih vermekten kaçınan araştırmacılar dilgiler ile ilgili daha kesin bir tarih vermek için uğraşıyor. Aynı bölgede bulunan hayvan fosiller ve toprak örnekleri ile karşılaştırma yapan araştırmacılar bu karşılaştırmaları ise radyasyona maruz kalma yöntemi ile yaptı.Bu yöntem dilgilerin ve fosillerin toprağa karışmadan önce en son ne zaman ısıya ve güneş ışığına maruz kaldıklarını belirlemeye yarıyor. Araştırmalara katılan Toronto Üniversitesinden Jayne Wilkins ”Neandertaller ve Homo Sapiensler yeni bir teknolojiyi bağımsız olarak geliştirmediler,miras aldıkları bir teknolojiyi kullandılar” dedi. Colorado Üniversitesi’nden Thomas Wynn dilgilerin nasıl tahta saplara tutturulduğu ile ilgili araştırmaların sonucunu merak ile beklediğini söyledi.Homo Sapienslerin ve Neandertalllerin genellikle bal mumu veya reçineleri toprak ile karıştırıp ateşte sertleştirdiklerini fakat Homo Heidelbergensis’lerin daha farklı yöntemler kullandıklarını belirten Wynn, ”Gelişmeleri yakından takip ediyorum” dedi. 500.00 yıl önce böylesine bir yöntemin rasgele ortaya çıkamayacağını söyleyen Wynn,keşifin en az aya çıkmak kadar önemli olduğunu söyleyerek sözlerinitamamladı. Homo heidelbergensis’lerin Güney Afrika ve Avrupa dışında kalıntılarına ulaşılamadı.Afrika’dan çıktıkları düşünülen Homo heidelbergensis’lerin Kuzey ve Orta Afrika’dada bir çok izine rastlanacağını düşünen araştırmacılar son buluntular ışığındaHomo heidelbergensislerin göç yollarınıda bulmaya çalışacak.
Arkeogezi Dergisi Sayı 1

18 Ağustos 2014 Pazartesi

ARKEOLOJİ BİLİMİ TERMİNOLOJİLERİ

İN SİTU
Bir bulgunun tahrip edilmemiş ve yeri değiştirilmemiş bir halde bulunduğunu belirtir. (Örnek olarak tarihi eser kaçakçılarının kazıp çıkardıkları, sonradan bulunmuş eserler "in situ" değildir.)









STRATİGRAFİ(TABAKALANMA):
Stratigrafi ya da tabakabilim. Yerkabuğunun kısımları olarak ele alınan tabakalı kayaların formasyonlardan, bileşimlerden, istiflenmelerden ve korelâsyonlarından söz açan jeoloji koludur. Bir alan veya bölgedeki kayaların nitelik, kalınlık
istiflenme, yaş ve korelasyon yönlerinden ele alan tasvirci jeoloji bölümüdür.

hipoloji(biçim bilimi):
Aynı katmanda bulunan ve şekil olarak birbirine benzeyen kalıntıların biçimlerine bakılarak sınıflandırılmasına denir
HÖYÜK:
Üst üste mimari kalıntıların birikmesi sonucu tepe oluşur buna höyük denir Yunanistanda “magula”,Doğuda “tell” ,İranda tebbe denir en eski yerleşim yeri olarak Çatal Höyük gelmektedir
TÜMÜLÜS :
Eskiden ölümün olduğuna inanılırdı ve mezara eşyalarıyla gömülürdü insanlar daha sonra hırsızlıklar olunca insanlar mezarların üstünü toprakla kapattılar ve tepe oluştu bu tepelere Tümülüs denir Bunlara en çok Anadolu'da, Trakya'da, Orta Asya'da, Rusya'da ve Meksika'da rastlanır.
Nemrut Dağı'ndaki tümülüs Anadolu’nun bilinen en büyük tümülüsleri arasında yer alır. Frigyalılara ait tümülüsler de olmakla birlikte tümülüs yapımı daha çok Lidyalılar'da önem kazanmıştır Aynı bölgede 100 Lidya tümülüsüne rastlanmıştır
(Midas tümülüsü, Gordiyon)

HAZIRLAYAN : UMUTHAN KARAGÖZ 


ARKEO DÜNYASI


ARKEOLOJİ DÜNYASI

YÖNETİCİ:MERAL GÖZ
EDİTÖR:UMUT KARAGÖZ